Makaleler

DÜNYA – AY – GÜNEŞ İLİŞKİSİ

Doğum haritası çıkarırken genellikle Dünya merkezli astroloji kullandığımız için, Dünya sembolünü haritaya eklemeyiz. Üzerinde yaşadığımız dünyadan göğe bakar ve bize gelen etkileri dikkate alırız, dünya zaten merkezdedir ve tüm sistem dünyanın etrafında dönmektedir, ya da biz öyle zannederiz ??!!!….

Makrokozmik olarak Dünya, yaratılmış tüm canlı / cansız varlıklarla üzerinde yaşadığımız gezegene karşılık gelir, ancak mikrokozmik olarak dünya, ruhun bedenlenmiş haline yani insana tekabül eder. Üç elementin fiziki / form /madde aleminde yani toprak elementinde biçimlenmesi ile bedenimiz oluşmuştur. Yaradan’ın nefesini taşıyan kabımızdır bedenimiz, ilahi /nurani enerjinin aşama aşama şekillenerek geldiği son haldir.

Astrolojik haritada Dünya, Güneş’e tam karşıt yerleşimdedir. Bunun astronomik izahı şöyledir: Sistemin merkezinde Güneş bulunmaktadır ve tüm gezegenler Güneş’in etrafında döner. Dünya’nın ise iki temel hareketi vardır: kendi ekseni etrafında dönüşü ve Güneş’in etrafında dönüşü. Biz sisteme Dünya’dan baktığımız için, Güneş de dahil olmak üzere tüm gezegenleri dünyanın etrafında dönüyormuş gibi algılarız, çünkü dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşü sebebiyle gezegenler doğu ufku çizgisinden doğar, tepe noktasına (MC) doğru yükselir ve sonra batarlar. Dünya’nın Güneş çevresindeki hareketi sebebiyle de, Güneş’i farklı mevsimlerde farklı konumlarda görürüz, çünkü Dünya Zodyak’ta bir burçtan diğerine doğru yol alıyordur. Özetle, bu kozmik düzende hareket eden ve Güneş’e tabi olan Dünya olduğu halde, bizim algımıza göre Güneş, doğar, batar ve aynı zamanda bir burçtan diğerine hareket eder. Ama gerçekte olan, Dünya kendi etrafında dönmektedir ve Güneş’in tam karşısında, yani Zodyağın zıt burcunda seyir halindedir.

Bu üzerinde düşünmeye değer bir yanılsamadır çünkü gerçekte olan ile bizim olduğunu sandığımız arasındaki farkın, bizim beş duyu ile sınırlı bedensel algımızdan kaynaklandığının ispatıdır. Bu yüzden ezoterik öğretilerde dünya yaşamına “Maya’nın oyunu” denir, “insan uykudadır, ölünce uyanır” hadisi ile de buna işaret edilir.

Astrolojide Güneş özü/ruhu temsil eder. Ezoterik manada ise, tüm gök cisimlerini içine alan bu sistem merkezdeki Güneş’in etrafında dönerek Güneşe hizmet eder. Ancak biz DÜNYALAR, içimizde taşıdığımız Özü unutur, Güneş dahil her şeyin bizim ölümlü bedenimize hizmet ettiğini, bizim etrafımızda döndüğünü zannederiz. Bu bizlere Egonun nasıl çalıştığını çok güzel izah eder. Egonun temel görevi, yaşamı korumak, temel içgüdülerle hareket eden bedenin güvenliğini ve istediği konfor alanını sağlamaktır. Bu bize, bedensel varlığımızı / madde alemini yani astrolojik olarak söylersek Dünya’yı neden bu kadar önemsediğimizi açıklar.

Ancak bedensel varlığımız ilahi bilincimizin bir kabıdır. Ebedi yaşamın kaynağının Güneş olduğu ve bu kadar sahiplendiğimiz dünya hayatının, tekamülümüz için bir süreç olduğu gerçeğini unutursak, dengeyi kurmakta zorlanırız. Güneş-Dünya karşıtlığı, yani opozisyon dediğimiz açıdaki bu yerleşim, bir terazinin iki kefesi gibi çalışır, her iki tarafın da potansiyellerini bir arada kullanmayı öğrenmeyi gerektirir. Denge Dünya tarafına bozulursa materyalist bir yaşama çekilerek var oluş sebebini unuturuz. Gautama Buddha’nın da dediği gibi, “ACI, bilincin taşıtıdır” ve varoluş sebebimizi acı ve ızdırap çekerek hatırlamak zorunda kalırız. Denge Güneş tarafına bozulursa, bu durumda da hem bedensel varlığımız hem de deneyimsel sürecimiz tehlikeye girer.

Buradaki ilişki bir ağacın kökleri ile dalları/yaprakları arasındaki bağlantı gibidir. Topraktan alacağı besin köklerinin sağlamlığına, Güneş’ten alacağı yaşam enerjisi ise yapraklarının çokluğuna bağlıdır. Biri olmadan diğeri beslenemez. Karşıt yerleşmiş burçların da ilişkisi böyledir. Birinde kökler, diğerinde dallar yerleşir, birinin aydınlığı diğerinin gölgesidir, birindeki sebep diğerinde sonuçtur. Astrolojik olarak Güneş, bizim zaman içinde artan bilincimizle yürüyeceğimiz yolu, bize hakim olacak bilincin rengini gösterirken, dünya ise bu yolculukta hem sağlam basacağımız yeri ama aynı zamanda ayağımızın takılacağı nefsani enerjiyi, kalıplaşmış toprak formunu anlatır. Örneğin, Akrep arketipi alt bilinçte krizler deneyimler, bilinci yükseldikçe dönüşmeyi öğrenir. Bu geçişin anahtarı, Akrep Güneş’inin, dünyevi tarafı olan Boğa gölgesinden kurtulması, inat edip sahiplenmek, sabitlemeye çalışmak yerine vazgeçmeyi, bırakmayı öğrenmesidir. Sahiplenmek, sabitlemek, Dünya’nın, Akrep Güneş’inin ayağına taktığı prangasıdır. Doğada da bu böyledir, Akrepler kıskacıyla tuttuğu şeyi bırakmazlar ve bu bazen ava giderken avlanmalarının sebebi budur.

Dünyanın dört elementle ifade edilen formuna, Güneş’ten gelen nuru yansıtan ise Ay’dır, yörüngesi Dünya’yı merkez alırken, ışığını Güneş’ten alır ve Dünya’ya yansıtır. Dolayısıyla Ay, beden / madde (Dünya) ile öz/ruh, mana (Güneş) arasındaki ilişkinin bağlantı aracıdır. Bu yüzden kabalistik öğretide Ay, akaşa / eter de denilen beşinci element ile ilişkilendirilir, çünkü dört elementten oluşan forma hayat enerjisini AY aktarır.

Aslında sistem, en dışta yer alan sabit yıldızlardan ve sonrasında planetlerden içe doğru tüm gök cisimlerinden sırasıyla birbirine akan bir nehir gibi çalışır, akışı sırasında geçtiği toprağın minerallerini bünyesine katan bu nehir benzetmesiyle devam edersek, her bir planetin enerjisi en dıştan içe doğru bir akışla dünyaya kadar iner. Ay ise, bizim bedensel duyularımızla algılayabileceğimizin çok üzerindeki bu ilahi enerjiyi, bizim algılarımıza uyumlayan bir filtre gibi işlev görür, sistemin özet bilgisini bizim düzeyimize uygun bir hale gelene kadar süzer ve aktarır. Sistemin merkezi olan Güneş ile Ay’ın irtibatlarını anlatan fazsal yerleşiminin önemi buradan gelir.

Ay, yukarıdan aşağıya inen ilahi enerjiyi bizlere taşırken, bizlerin dünyadaki deneyimlerimiz yoluyla ürettiği duygusal ve tepkisel enerjiyi de yukarı taşır. Özellikle vesvese, kıskançlık, endişe gibi negatif duygular, bu çift taraflı çalışan Ay perdesinden yukarı iletilir. Ürettiğimiz her negatif duygu / korku zayıflığımıza işaret ettiği içindir ki; tekamül için tasarlanan bu ilahi sistem bizi zayıflıklarımızla dener. Bu yüzden bilinçaltında ürettiğimiz her endişe, deneyim olarak başımıza gelir. Jung’un dediği gibi, “Bilincinize getirmediğiniz herşey karşınıza kader olarak çıkar”

Bizler, ilahi bilincin en önemli aşamasını temsil eden Güneş bilincine yol alabilmek için, yavaş yavaş Ay perdesini aralamak zorundayız. İçgüdülerimiz de Ay ile temsil edilir. Bizler farkındalık kazanana kadar içgüdülerimiz, tıpkı bir annenin yetişkin bilincine ulaşana kadar çocuğunu koruması gibi bizi korur, ancak yetişkin olma zamanı geldiğinde bireyliğimizi, kendi kadersel yolumuzu, öz bilincimizi keşfetmek istiyorsak, iç güdülerimizin, korkularımızın ve duygusal bağımlılıklarımızın bizi yönetmesine izin vermemeyi, bilinçli kontrolü ele almayı öğrenmek zorundayızdır ki, bu zaten astrolojik olarak Ay bilincinden Güneş bilincine doğru yol aldığımızı gösterir. Bu yol, isteğimin, arzumun, korkumun esiri olmak ve beni yönetmesine izin vermek ile doğru ve vicdani olanı yapmak arasındaki farkı anlamaktan geçer.

“Allah her daim şe’ndedir ( fiiliyatta/ yaratımdadır)” (Rahman Suresi 29. Ayet) yani yaratım olup bitmiş değildir, sürekli devam etmektedir, sistem sürekli hareket halindedir ve bu yaratıcı enerjiye aracılık etmektedir. Doğum haritalarımız toprakta ekili tohum gibidir, ilerletmeler, transitler, Ay’ın döngüleri vs. ile ZAMAN, bu tohumun toprağını sular ve potansiyellerini açığa çıkarır. Bu yaratım sürecinde haritamız sürekli tetiklenir, böylelikle Dünya ile Güneş’in hassas dengesi her daim tekrar tekrar bozulur ve tekrar tekrar kurulur. Ta ki biz dengenin kendisi olana kadar…..

Bir cevap yazın

Copy Protected by Chetan's WP-Copyprotect.